İlçemizle ilgili zaman zaman söylenen bir söz vardır. ‘İnsanların üzerine ölü toprağı serpilmiş’ gibi derler.
Akşam geç kapanıp, sabah geç açılan dükkânlar bunun en büyük belirtisi ve ayrı bir şikâyet konusudur.
Bir cepheden bakarsanız; Alışverişe gittiğinizde yüzünüze iştahsız bakan, istediğinizi var mı yok mu söylemekten kaçınan esnaflar, işinizi bir türlü yaptıramadığınız ustalar…
Öyle ya. Neticede bir işyeri niye açılır? Para kazanmak için.
Öyleyse müşteriye hoş bakmak, güler yüzle karşılamak ve istediğini hızlı bir şekilde yerine getirmek gerekir.
Ya da bir ustaysanız, alın terinizin, el emeğinizin karşılığında para kazanıyorsunuzdur. Bu yüzden de iş seçme beğenme gibi bir lüksünüz olmamalı, elinizden geleni yapmalısınız. Elinizden iş çıkmıyorsa demek ki ya iyi kazanıyorsunuz da başka işlere bakacak haliniz yok, ya da ortada adı konmamış başka bir sorun var.
Madalyonun öbür yüzünü, çevirip baktığımızda ise olay çok daha farklıdır. Küçük bir kasabada yaşamanın getirdiği ‘Herkes tanıdık, herkes akraba’ söyleminin esnafa ve sanatkâra maliyeti çok yüksektir.
Çünkü küçük yerlerde veresiyesi bitmez. Marketlerde bile deftere yazılıyorsa varın siz gerisini düşünün. Veresiyeler birike birike, gecike gecike BATAK’LAR oluşur.
Gününde gelmeyen paralar esnafın borcunu ödemekte güçlük çekmesine yol açar. Zamanla mal almakta güçlük çeken esnafın bu kez rafında tapon, eski mallar birikmeye başlar. Öyle ki artık parasını alamamaktan yorgun düşen esnaf, rafındaki ürünün tozunu dahi silmekten kaçınmaya başlar. Miskinleşir, tembelleşir.
Artık işyerine gelen herkesi aynı gözle görmeye başlar. Herkes batakçı, herkes sözünde durmaz diye düşünür. Bir müddet sonra veresiye isteyen sağlam müşterilerini bile kırmaya incitmeye başlar. Böylece bir kısır döngü oluşur. İsteksizce açılan dükkânlar, raflarda tozlanan ürünler ve geri çevrilen hoş karşılanmayan yeni müşteriler. ‘Ak köpeğin pamuk pazarına zararı vardır’ misali, sözünü tutmayan, borcunu ödemeyen bir müşteri birçok dürüst insanın ihtiyaçlarını veresiye yoluyla karşılamasına engel olur.
Heyecanla ticarete atılan bir esnaf için tamamen psikolojik bir yıkımdır bu aslında. Bu yıkımı en iyi uzun süre memurluk yapıp, esnafları kolayca köşe dönüyor zanneden ve emekli olunca hemen bir dükkân açan eski memurlar yaşar. Bir müddet sonra esnaflığın ne zor bir iş olduğunu da anlar ama iş işten geçmiştir çoktan.
Borç takan gitmiş ve piyasa ve devlete, bankalara borçlar yığılıp, altında kalan o arkadaşı ezmiştir bile.
Gerçi son dönemde yayılan kredi kartları ‘yaz deftere’ sorununu büyük ölçüde ortadan kaldırdı ama küçük yerlerde hala bu sorun egemenliğini sürdürüyor.
Kazancının çoğu emek yoğun olan ustalar ise hiçbir zaman yaptıkları işin hakkını yeterince alamadıkları görüşündeler. Eğer evinizde sorunlu bir eşyanız, bir elektronik ya da elektrikli aletinizdeki sorunu gidermesini istediğiniz kişiye siz çıkarıp bir sigara ya da ekmek parası veriyorsanız veya daha ilk cümleniz ‘borcumuz var mı?’ oluyorsa o kişiden bir sonraki müşterisine iyi davranmasını nasıl beklersiniz?
Mesela ‘Borcumuz var mı?’ diye bir cümleyi benim aklım almıyor şahsen. Hakaret sayıyorum hatta. Tabi bir de önünüze çay, simit parası atılmaya kalkılması var ki o tam bir fecaat.
Unutmayın eğer sizin için bir şey yapılmışsa mutlaka bir bedeli vardır. O işyerini açan kişi, bir para kazanma umuduyla dükkân açmıştır. Yoksa o da bilir evinde çoluğu çocuğu ile oturmasını, o da bilir kahve köşelerinde zaman öldürmesini.
Mesela ben karşımdaki kişi para istemiyor bile olsa bir iş yaptırdığımda ısrar ederim. Mutlaka az ya da çok ücreti onun belirlemesini ve istemesini beklerim. Tabi iş yaptığımda da emeğimin karşılığını almayı umarım. Eğer akşama evime ekmek götüreceksem alın terimin, el emeğimin makul bir bedeli olmak zorundadır.
Hepimiz hayatın içerisinde hem alıcı, hem de satıcıyız bir şekilde. Emeğimizi, mesaimizi, malımızı satıyor ve karşılığında bir şeyler alıyoruz. Nasıl maaşımız bir gün geç veya bir miktar eksik yatsa bundan hoşnut olmuyorsak, bir iş yaptırdığımızda, bir mal veya hizmet satın aldığımızda da bedelini geciktirmeden ödemeliyiz.
Ne esnafı borç takarak canından bezdirmeye hakkımız var. Ne ustalara alın terinin, el emeğinin karşılığını eksik ödemeye hakkımız var. Ne de bir müşteri olarak gittiğimiz bir işyerinde kendisi bal, yüzü sirke satan esnaflar bizi karşılamalı. Ne iş yaptırmak için gittiğimiz ustalar ipe un sererek günlerce bizi oyalamalı. Dursunbey ekonomisinin durağanlığı ve insanların umutları yitik, umursamaz ve bezgin durmalarının altında biraz da bu gerçek yatıyor.
Kurunun yanında yaş da yanıyor hep. Birimizin yaptığı bir hata toplum olarak hepimize ödetiliyor. Ticaretin ve birlikte yaşamanın uyulması gereken bir takım kuralları var. Uyarsak hep birlikte rahat ederiz diye düşünüyorum.
Saygılarımla
Erkan BAL
Erk Bilgisayar
Not: Bu yazı kişisel düşüncelerim yanında son zamanlarda çevremde konuşup sohbet ettiğim esnaf ve sanatkâr dostlarımızın ve alışveriş ettiği yerlerde hoş karşılanmamaktan şikâyetçi müşterilerin izlenimlerini aktarmak ve çözüme bir katkıda bulunabilmek amacıyla yazılmıştır.